Hayat filminin şeridini geriye alarak başlıyorum anlatmaya.
Yaz okuluna kalmamın tek amacı ortalamayı yatay geçiş için uygun bir hale getirebilmekti. Nitekim DC ve FF gelen fizik derslerim AA olunca, ayıptır söylemesi, gerekli ve yeterli şartlar sağlandı. Annemden de helalini aldıktan sonra sistemden başvurumu gerçekleştirdim.
Lakin sonuçları takip etmesi ayrı bir süreçti ve ÖSS sonucunu beklemekten daha sancılı olduğu kesindi. Nitekim Ağustos’un 29’u geldiğinde internet başında gün boyu sonucu beklemek sinirlerimi germedi değil. Gece tekrar bakmak üzere vazgeçip eve döndükten sonra, tebrik mesajını almaksa ayrı bir heyecan…
Resmi tatille geçen Perşembe gününün ardından birisine vekalet vermem ve o belgeyi yetiştirmem mümkün olmadığından İstanbul’a gitmem kesinleşse de öncesinde bölümü ve otomasyonu aramak gerektiğine inandım. Zaten otomasyonda birisine ulaşan cennetlik de şansımızı denemekte fayda var. Tabi imdada yetişen, geç de olsa, yeni fakültem oldu. Öğlen arasına yakın arayınca 2’de, 2’de aradığımdaysa 3’te arattı ve sonunda internette verilen bilgileri bana tekrar ettiler sağ olsunlar.
Yolda geçenleri anlatmadan İTÜ kısmına gelmek isterdim, fakat güzel bir macera da yolda geçirdim.
Sağdan ikinci sıra sağ koridor kenarında yer bulabilmiştim, Hidayet Turizmin son derece lüks(?) ve müşteri memnuniyetine önem veren(?) otobüsünde. Adana Otogarında beklerken havalandırmanın kapalı olması bir münakaşaya yol açmıştı ama saman alevi misali erken sonlandı bu münakaşa… Yanıma oturan abi kitabından Yabancı Dil Sınavı için ders çalışmaya başlamıştı. Ta ki, otobüsün koltuklara özel ışıklarını kapatana kadar. Benim kitap lambamı almak istemeyen bu abinin bir saat kadar sonra durumu görevliye bildirmesi sonucunda koltuk lambaları devresi kapandı ve ışık geldi. Biraz toplu olduğumdan koltuğu koridor tarafına çekip hem yanımdakini hem de kendimi rahat ettirmek istedim. Uyarı geldi, koridor daralıyormuş. Tabi umursamıyorum. Lakin koltuğu daha sonra içeri geri çeksem de gelip geçerken sürekli çarpan bir muavinin olduğu otobüste uyumak zor oldu. Uykumu bölen sadece o değil, aynı zamanda şoförün, bir iki konuşmasından anladığım kadarıyla, sohbet amaç çalan cep telefonuydu (araç telefonu değil). Harem’e varana kadar iki telefonunu da şarj eden kaptanımız haremden çıkarken talimat göndertti: “Lütfen açık olan cep telefonlarınızı kapatın, sistem arıza verdi, Esenler’e kadar gidemeyebiliriz.”
Pazar günü öğlen vakti yurda iniş yapsam da, yurda giriş yapamadım. Saygıdeğer (!) yurt müdürümüz sabah vakti gelen bir öğrenciyi almasına rağmen beni yurda almadı. Hem de iki sene yurtta kalmama ve bu senenin bir buçuk ayının parasını zamanında yatırmış olmama rağmen. Dinlemeyip, en azından anlamaya çalışmayıp, bağırması da cabası. Şansımı önce Gölet Yurtlarında sonra da rektörlükte denesem de Pazar günü nedeniyle güvenlik ve bekçi kulübeleri haricinde bütün kapılar duvar. Koca İTÜ bana bir gece yer bulamadı da nerde yatarsan yat dedi, benden bir gün sonra gelen arkadaşlarıma dediği gibi.
En yakın öğrenci oteli Gültepe’deymiş. O gün için başka şansım olmadığını düşündüğümden dışardan gariban, içerdense tinerci oteli gözüken bu otelde sırf rahatça oturulacak bir yer buldum diye ana caddeye bakan bir odaya yerleştim. Otel, belli ki, sağlık bakanlığından denetime açık değildi. Nitekim, sadece duvardaki iki tahta askı haricinde hiçbir şey –badanası, penceresi, dolabı ve yatağı dahil- olması gerektiği gibi değildi. Soluğu Beşiktaş’ta almak, dolmuşta giderken 14-15 yaşlarında iki kızın internette tanıştıkları iki oğlana nasıl yaklaşacaklarını dinlemek, 3 dakikalık tıraşa 5 lira ödemek, görüşme potansiyelin olan kişilerden hiçbirisiyle görüşemeden Gültepe’ye geri dönmek. Civarı tanımadığımdan gece yarısı bankada paraya bakmak isterken yanına yaklaşan, elinde kola kutusu, üzerinde takım elbise olan, sakallı ve ayakta sallanan adamın kendini banka güvenliği olarak tanıtmasına gülmek ve bir yandan da tırsmak da cabasıydı. Arkadaşlarıma eğlenceli gibi anlattığım düğün salonu müziklerinin aslında sıkıcı geldiği de bir gerçekti. Öyle bir gündü ki, günün tek güzel vaktinin iki acılı lahmacun yerken yaşadım.
Ertesi gün elimizde bavul otelden çıkıp Fen-Edebiyat Binası (FEB: ‘Fen-Edebiyat Fakültesi’ olarak da kullanılır) nda aldım soluğu, FEB’e geçen bir arkadaşımla önce öğrenci işlerine gittik. Sonra da telefonları kaç gündür sürekli meşgul olan otomasyona. Bir form doldurmak yetiyormuş meğersem. Bu durumda akıllara bir soru daha geliyor tabiki: “Madem bir formluk işi vardı, neden Adana’ya gitmeden doldurtulmadı bana?”
Daha sonra aklımıza geldi, hangi fark derslerini almamız gerektiği. Bu sefer FEB’in öğrenci işleri yardımcı oldu. Otomasyona gönderilen intibak listesinin bir fotokopisini de bize verdi. Tabi biz istedik diye.
Dönüş yoktu artık. Matematik mühendisliği öğrencisiydim. Yalnız ders seçimleri ne şekilde yapılacaktı. Bir sorun çıkar mıydı. Hangi dersleri alacağım konusunda yardım alabildim de matematik mühendislerine açılan lineer cebir derslerinden hangisini alabileceğim konusunda hala bilgim yoktu. Son güne kadar da alamadım. Şükrettiğim noktaysa şuydu. 07 ile başlayan numarama rağmen bölüm derslerini alabilecektim, ki bir çoğunu aldım da. Yalnız otomasyonun düzenlemeye gitmemesi sonucu matematik üç dersini almanın tek yolu İstanbul’a gelerek otomasyona elden dilekçe götürmekti.
11’i (Salı) sabahı televizyondan İstanbul trafiğini görmek son zamanlarda yaşadığım en ürkütücü olaylardan birisi oldu. Neticede ertesi sabah ben de İstanbul’da aynı trafiğin içine girmek zorunda kalacaktım ve öğleden önce işlerimi halletmek istiyordum.
Önce yurda inerek büyük bavulumu emanete bırakmak istedim. 3 buzdolabının sığacağını bildiğim odada yer kalmadığını bildirdiler. Ne yapalım ne edelim derken kazanma olasılığı yüksek bir kumara giriştim. Boş bavulluklardan birisine bir notla beraber koca bavulu bırakmak.
FEB’de çaldığım ilk kapı öğrenci işleri oldu. Yönlendirildiği yer yine otomasyon oldu. Yatay geçiş komisyonu sorumlusunun kapısını çaldım. Gerçeklerle yüzleştim. Aynı bölüme geçen ve aynı sorunla karşılaşan 3 arkadaş işlerini Pazartesi günü bitirmişler. Hatta benim için de dilekçe götürmüşler ama gereken yapılmamış. Benim yerime başka birisinin adının geçtiği dilekçeyle birlikte otomasyon yolunda buldum kendimi. Bölümüm sayesinde değil de otomasyondaki bir görevli sayesinde sonunda hangi lineer cebir dersini alacağımı da öğrenebilmiştim.
Her şey güzel gözüküyordu. İlk Sosyoloji dersine kadar. Türkçe anlatılan bir dersi tam olarak anlamada zorluk çeken tek kişi ben değildim, ancak dersi bırakmaya karar veren ilk kişi ben oldum. Lakin bunun için bir danışman öğretmene ihtiyaç var. Bana kimin atandığını öğrenmek için bölüm sekreterliğine başvurdum, danışman hocaların yazdığı listeyi bana verdi. Önce dönem, sonra numaraya göre sıralanmış listede adımı kolay buldum, yalnız adımın karşısında eski danışmanımın adı vardı. (Tarih: 17 Eylül, Saat: 2.30; bkz akademik takvim: “Danışman Değişiklikleri ve Atanmaları için son bildirim tarihi 17 Eylül 2007 Saat:14.00) Bölüm başkanı hemen atamayı yaptı, 4’ümüze de aynı öğretmen. Hemen kapısını çaldım yeni danışmanımın. Kendisine bu müjdeli haberi (?) ilk ben verdim. Akşam CRN’leri ayarlayıp kendisine mail atacaktım. Öyle de oldu. Öğlen odasına uğradığımda şifreni vermemişsin dedi. Haklıydı. Hemen sisteme girdim. Şifrem kabul edildi de danışmanım yüksek lisans şifresini girmiş yanlışlıkla. Sistemim kilitlenince umarım son defadır diyerek otomasyona uğramam gerekti. İlk sorduğum görevli sıra numarası al dedi, ikinci sorduğum kimlik kartımı alarak sistemimi açtı. İki dersin arasında 5 saat bırakarak tarih dersi almıştım sonunda.
O kadar koşuşturmanın arasında dudaklarımda bir şarkı belirdi bir gün:
“Yollarıma taş koysalar geleceğim…”
Geride bıraktıklarımı da hüzünlü bir devamıyla tamamladı: “
Gözlerinden yaşlarını sileceğim.”
Tepkileri ise daha sonra anlatacağım.
Bu yazı daha önce 28.102007 tarihinde Milliyet Blog’da paragrafları belli bir kalıba sokularak resimle birlikte Anılar kategorisinde yayınlanmıştır, şu ana kadar 715 defa görüntülenmiştir.
Resim açıklaması:
Solda görülen cam binanın üzerinde İTÜ Asırlardır Çağdaş yazıyor, moleküler biyoloji ve genetik binası Sağdaki taş bina ise FEB http://www.merkezlab.itu.edu.tr/images/sr/0_00843.jpg
İlk Yorumu Siz Yapın