İnanılır gibi değil, daha bu yaşımda, ben bile geçmişe bir özlem duyuyorum.
Akşam yorgun argın eve gelirdik. İlkokulun ilk yıllarında mahallede gezmekten yorulduğumuzdan, “hep birlikte yenen” akşam yemeğinin ardından ayakta uyuyup da düşüp bir yerimizi kırmamak için yatağa zorunlu gidiş yapardık. Daha sonralarıysa yemekten sonra televizyon açılır, yine hep beraber etrafına toplanır, bir yandan yayını izlerken diğer yandan da sohbet ederdik.
Yazları ise bir başka güzel geçerdi.
Hele ki akşam yemekten sonra sinemaya gittiğimiz geceler. Dönüşü daha bir güzel olurdu. Akşam yemeğinde doyardık ama sinemadan dönüşte hepimiz kendimizi aç hissederdik. Hep beraber mutfağa doluşur, bir yandan çayı demleyip, kahvaltı sofrasını salona taşırken diğer yandan da kardeşimin zeytini süslemesine imrenirdik.
Bir de neredeyse her akşam yediğimiz bici bici (*) vardı. Annem çatlamasın diye üstüne bir de ıslak tülbent atardı…
Tahin edebileceğiniz gibi bunları ben anlatmıyorum. Bunlar halam ve babamın ağzından çıkan sözlerin benim ağzımdanmış gibi derlenmiş hali. Benim kardeşim de yok ki. Zaten televizyon da yok o zamanda. Televizyon diye yazdığım, radyo. Özel istasyonlar da yokMUŞ. İstasyon ibresi radyo ev değiştirmediği sürece Devlet Radyosunu gösterirMİŞ. Evin içinde oda ve yön değişimine göre antenin yönü ayarlanırMIŞ. 4 kardeş, anne, baba daha sonraki yıllarda da hep bir arada olmuşlar. Genelde cumartesileri aile toplantıları olurmuş. Ailenin tamamını ilgilendiren kararlar almak için…
E, iyi hoş da dedim ya, geçmişe ben de özlem duyuyorum.
5. kanalın yeni çıktığı dönemde 4 kanallı siyah-beyaz bir televizyon. Bazen de mutfakta açılan kocaman antenli, 48’lik CD kutusu büyüklüğünde bir radyo. Hem de pilli. Bazen televizyonun bazen radyonun etrafındayız. Bazen de balkonda.
Misafirler gelirdi. Çocukları da olurdu. Oyuncaklarını da getirirdi bazıları. Büyükler de havadan sudan, anılardan; işten, yönetimden; el işlerinden, yemeklerden vs. konuşurken kah kulak misafiri olurduk da bize de söz hakkı verirlerdi, kah bizi hiç bağlamayan bir konuya geçerler, biz de oyunumuza dönerdik. Uyarı gelirdi o zamanlar: “Fazla terleme.” E tabi, o zamanlar oyunlarımızda hareket vardı. Şimdi ki gibi bilgisayarın başında geçmiyordu oyunlar. Top oynuyorsak, neden vuramadım diye kendimize kızardık, Hasan Şaş neden vuramadı diye bilgisayara ya da oyuna değil.
Geçen akşam oturuyoruz, daha önceden bir duyuru yapılmadığı halde elektrikler kesildi ve uzun süre de gelmedi. Sıkıntıdan ne yapacağımızı şaşırdık, çünkü tüm eğlencelerimiz elektriğe bağlıydı. 1 saat kesilse yine iyi, dizüstünün şarjı da bitti. Annem babam zaten içerde birlikte oturuyorlardı da kardeşimle biz de gittik bu sefer yanlarına. Babam iş yerinde olanları anlatıyordu. Ev hanımı olan annem de markette ne gibi zorlukla karşılaştığını… Gerçi bu kısa sürdü, ardından komşuların dedikodusunu yapmaya başladı; ama benim aklımda market kısmı daha iyi kalmış. Derken kardeşim anlatmaya başladı. Fark ettim ki ben kardeşimin okulda geçirdiği bir gününü ilk defa dinliyorum. Gözlerim doldu, ama neyse ki elektrik kesik olduğundan ortalık karanlıktı da belli olmadı. Bir anda sıranın bana geldiğini hissettim. Sahi ya, bugün okulda bambaşka bir gün vardı. Ufak düzeyde bir kermes vardı. Ben de başı çekenlerden biriydim. Neden anlatmamıştım ki. Soran olmadığından mıydı yoksa?…
Bunlar da bir arkadaşımın ağzından çıkanlar.
Baba yorgun geliyor, televizyonun karşısında rahatlıyor. Anne de ev hanımı olsa da o da aynı şekilde atıyor günün yorgunluğunu. Kardeş kendi odasında, ders çalışan biriyse dersten kalan vakitte “play station” oynuyor. Ablanın/Abinin odasında bilgisayar oluyor genelde. Yahut o, bilgisayarın olduğu odaya geçiyor. Babadan kalan vakitlerde bilgisayarın başında. Hı bir de sevgilisi olabilir tabi. O durumda da vaktinin önemli bir kısmı günde üç dört saat geçirdiği sevgilisine telefondan ileti (mesaj) göndermekle geçiyor.
Ve işte, bu aile günün birinde elektriğin kesilmesinin ne kadar da hoş olabileceğini fark ediyor.
* Bici bici (ya da bici): Nişastayla yapılan, buz, pudra şekeri ve kırmızı renkli şerbetle servis yapılan, Adana civarında iyi bilinen bir çeşit yaz tatlısı. Duruma göre fazlada gül suyu, meyveyle de ikram edilir.
Bu yazı daha önce 28.07.2007 tarihinde Milliyet Blog’da paragrafları belli bir kalıba sokularak resimle birlikte İlişkiler kategorisinde yayınlanmıştır, şu ana kadar 400 defa görüntülenmiştir.
Resim sabah gazetesinin internet arşivinden edinilmiştir.
İlk Yorumu Siz Yapın