Aralık ayının ilk filminde yine yurdumuzdaydık. Kanayan büyük bir yarasına, “Daha”dakine bir yönüyle benzese de başka bir derdine dokunduk.
Ne renkti bu film? Bana bozkır koktu, “sepya” demiştim. Bir başkasının cümlesinde “gri” geçti. Birimiz daha karamsardı da diğerimiz daha mı romantikti, farklı noktalarına mı odaklanmıştık, yahut sadece cümlenin gelişine göre anlık bir renk mi çıkıvermişti ağzımızdan? Neşat Ertaş’ı ‘Kır’şehir mi dedirtse de 66 plakası zihnimize Yozgat’ı kodladı. Hani daha önce ‘blues’lu başka bir filmle de anılan şehir, şehrimiz.
Sivas [2014] {93′} ; Y. Kaan Müjdeci ; TR
Kameranın hareketinden, planların yakınlığından, açının darlığından da konuştuk. Aslında teknik olarak renklerden ziyade bunları konuşmuştuk. Kameranın bazı sahnelerde aşırı hareketlenmesi odaklanmam konusunda bende hoşnutsuzluk oluştursa da filmin içinde hissettirme amacına ulaşıyormuş.
Köy okulu, taşra vs. adına ne derseniz deyin, olanaklara erişimi daha kısıtlı okullarda, yerleşimlerde görev almak öğretmene yeni bir yaşam sunar. Öğrencilerin kısıtlanması, onların gözlerindeki ışık, yerleşimin “kaos”tan uzaklığı, metropollerde unutulmaya yüz tutmuş değerleriyle yüzleşmek öğretmene yeni ufuklar sunar. Çabasını, dikkatini, insani değerlerini arttırır. Tabii her yerde olabileceği gibi taşranın da kendine özgü çirkinlikleri, yozlaşmışlıkları, geri kalmışlıkları olacaktır. Tayini gerçekleşen öğretmenin içinden ne çıkacağı, öğrencilerine ve hatta velilerine yeni değerler sunup sunamayacağı, yeni çevresinin “ilkel” içgüdüleriyle neye dönüşeceğini biraz zaman biraz da “karakter”i gösterecektir. Biz ise öğretmen unvanı taşıyan her kişiden bir eğitim neferine dönüşmesini tabii ki bekleyemeyiz. Diyeceklerim şimdilik bu kadar.
Erk-ek-lik ;
Film değerlendirmemizden önce yan konuları dahil filmin tümüne yayılan erkekliğe sıfat aramaktaydım. Toksik, abartılmış, yüceltilmiş içime sinmeyen sıfatlardı. Oysa ki “kışkırtılmış erkeklik”i duyunca aradığıma kavuştum. Anlatının ağırlıklı olarak çocuklar üzerinden ilerlemesi ise olgunun gelişimini görmemiz açısından önemliydi.
Köpekler çekim sırasında gerçekten dövüştürülmüş müydü? İnancım hayır dese de ikna olmuş değilim, değiliz. Öte yandan dövüşün -hele ki kalabalık çocuk sahnelerinde- gösterilmesi neden gerekiyordu? Ben gösterilebilir dedim ve başıma gelmeyen kalmadı… Üç erkek bir oldu ve şiddetsiz bir iletişimle balans ayarıma güncelleme getirdiler. -Oysa ki isteseler başka bir zamanda çok daha kısa süre içinde paketlemek suretiyle etkisiz hâle de getirebilirlerdi.- Filmlerde şiddet gösterimi konusunda daha fazla kafa yorulmalı. -mış gibi bir çekim de yapılsa şiddetin yeniden doğurulması bataklığına saplanmamak gerekir.
Çıkar peşinde…
Peki ya köpek dövüşlerinde kimin ne çıkarı vardı? Ortada bahsin dönmüyor olması çıkarsızlık anlamına gelir miydi? Köpeklerin sergilendiği masum bir festival miydi, yoksa hırs uğruna köpeklerin heba edilebileceği gereksiz bir gövde gösteri mi? Yurdum insanı evine götüreceği, kendisine yoldaşlık edecek olan köpek eniğinin ana babasının dövüş geçmişine bakılıyor muydu? Hadi canım!…
Pek tabii başka etiketlerimiz de vardı. Bunlardan bazılarını da tarihe not düşmek adına buraya bırakıyorum: otorite, küfür, hayvanlarla ilişki, aktüel, yılkı, Çakır
İzlerken, üzerine konuşurken ve hatta şimdi yazarken mazi gözümde canlandı. Pazar günleri düzensiz aralıklarla birkaç arkadaşımı davet ederek organize ettiğim, genellikle gelmedikleri, deneysel yemeğimizin de olduğu “film milm” serisi vardı. Neredeyse daimi katılımcım Esra’nın özel isteğiydi bu film. “Filmi bulamamak” olabilemezdi, öyle günlerdi… Sesin görüntüyle uyumsuz olduğu bir kopyasına ulaşmışım, izlerken kaç defa ayarlama yaptık bugün hatırlamıyorum. Film bulunmuş ve birlikte izlenmişti; yemek pişirilmiş ve yenilmişti.
Düşegelişler hayatımdaki ilk sinema/film serisi etkinliği değil, ama tahminim ve umudum en uzun süreni olacağı yönünde. Sanatla kalın, esen kalın…
Fotoğraf :
https://www.mynet.com/sivas-filminin-son-cekimleri-yapiliyor-180100797132 (2020-12-27)
İlk Yorumu Siz Yapın