İstanbul’a geldiğim günden beri merak etmiştim Ankara’yı. Sonunda Matematikçiler Derneğinin düzenlediği 6. Matematik Sempozyumunu birazcık da bahane ederek sırtıma bir çanta, elime bir bavul takıp iki dirhem bir çekirdek Haydarpaşa’nın yolunun tuttum. Yeniliklerin hep heyecanlandırdığı ben, bu sefer yoğunluktan olsa gerek o heyecanı anca trende hissedebilmiştim.
Yemekli vagonda uzun zamandır merak ettiğim minik bir formülü çıkartıp telefonda sohbet ettikten sonra masama oturan 73’lük amca ve fazla entel olduğunu düşündüğüm abiyle sohbet etmek unutulacak gibi değildi doğrusu. Gözlerimi Polatlı’da açtım, etraf bembeyaz. Ara sıra traktör ve ayak izleri vardı sadece. Asıl sürprizle Ankara Tren Garında ineceğim zaman karşılaştım. Camın buğusu buz tutmuştu.
AŞTİ’den TOBB’a ulaşmak kolaydı (/kolaymış). AŞTİ’ye ankaray gidiyordu. Bu durumda tek sorun herhangi bir ankaray istasyonuna en kolay nasıl ulaşılacağıydı… Tandoğan istasyonuna yürümek kolaymış, yalnız polis abinin gösterdiği “Bellona” tabelası o soğukta o kadar zor büyüdü ki gözlerimde…
Sempozyumun başlamasından yarım saat önce ortada tek kişi vardı, o da hazırlıklı gelen ben.
Ödev kontrollerinden ara ara bunalan ben, liselere yönelik akıl oyunları yarışmasının cevaplarını kontrol ettim. Yarışma çok güzeldi. Özellikle küpün yüzlerindeki soruların çözülmeye çalışılmasını izlemek çok zevkliydi. Hele ki şevkli öğretmenlerle tanışmak… Panellerden çok yarışmaya yönelmiştim ama 2. günkü “Akıl Yürütme”, 3. günkü “Matematik Köyü” konulu panelleri de kaçırmadım.
Minik bir kız çocuğu… 4-5 yaşında olsa gerek. Geleceğin matematikçisi olacak mıdır bilinmez ama son gün panellere beraber girdik. Arkamda anlamadığı laflara gülüp resimler çiziyordu. Resmini çekmek istedim, elimdeki makinenin pili bitti. Sonraki iki oturumda omzuma vurmasının nedeni, resmini çekemememdi. Neyse ki pil bulundu ve gönlü oldu.
En eğlenceli ve heyecan veren zamanlardan biri ise akıl oyunları ekibi olarak akşam yemeği davetine katılmaktı. Sohbetler, müzikler, oyunlar…
Düşünmeye fırsatımın olduğu bir zamanda fark ettim ki hayat akıp gidiyor. Büyük aile 10 sene önce tamamen Adana’dayken şimdi 6 kuzen 4 faklı şehirdeyiz. 2 senedir zor gördüğüm halamın oğlunun Ankara’daki evine İstanbul’dan gidip misafir oluyorum. Laf; aileden, eski günlerden, derslerden, işten-güçten, aşktan açılıyor. Bir şeylere özlem var…
Pazar günü benim için gerçekten özeldi. Hastalığı biraz atlatmış olarak kalktım neyse ki. Sırasıyla dolmuş, ankaray ve tabanvay kullanıldı. Anıtkabir gezildi ve her vatandaşın gezmesi gerektiğine karar verildi. Sohbetler edildi. En sonu benim için buruk olsa da ne diyebilirim ki…
Dönüş için tüm hazırlıkları bir güne sıkıştırdım. Bavulumu çeşitli yerlere emanet edip çanta sırtta Ankara’da oradan oraya geçmek zevkliydi. ODTÜ’ye öğlen elini kolunu sallayarak girip akşam güvenliğe takılıp kaçak girmek, dev gibi alanda uzunca süre yürümek bile güzeldi ama, çıkarken Ümit Yaşar’ın şarkı yapılan dizeleri geçiyordu aklımdan: Sanırdım gündüzdü onlarla gecem / İçimde ümitti dost bildiklerim / Ne zaman yıkılıp yere düştüysem / Bırakıp da gitti dost bildiklerim…
Gerçek dostlarla bir Kahve Evi’nde gerçekten de 40 yıl hatırının olacağını düşündüğümüz kahvemizi yudumlayım muhabbet ettikten sonra trene yetiştim.
Su yoktu Ankara’da. Su kesintilerinden bahsetmiyorum, zaten artık kesilmiyormuş da. Ne bir deniz, ne baraj, ne göl… Alışmış kudurmuştan beter olur hesabı. Adana’da baraj gölüne, İstanbul’da boğaza alıştıktan sonra zor oldu tabi. Bir de ortalama günde 3-4 defa halam tarafından kontrol amaçlı (?) aranmak vardı. Güzellikleri de vardı tabi. Adı geçen merkezler de aslında yürünerek gidilip gelinebilecek yerlerdi. Trafik de genelde akıcıydı. Kah Anıtkabir’in bir duvarında, kah Ulus Meydanında başkumandanı at üzerinde başkumandanı görmek. Her şey bir yana güzeldi yeni bir şehri, ülkenin başşehrini, görmek; oranın insanlarına da yakın olabilmek.; oradaki kuyrukları tanımak; caddelerinde yürümek ve o caddeleri daha önceki şehirlerinkine benzetmek; mekanları sınamak…
Kalacak bir yeriniz varsa durmayın. Çok çok iki geceyi yolda geçirirsiniz. Bir neden beklemeden, kafanızın estiği bir günün haftasonu atlayın gidin, gezin görün yeni bir şehri. Hele ki bu şehir Ankara’ysa!
İTÜ İşletme Mühendisliği Kulübü bülteni olan KAÇMA’nın Aralık 2007 Tarihli 28. Sayısında da kendim adını verdiğim “Delidir(?), Ne Yazsa yeridir!..” köşesinde yayınlanmıştır.
(Bültendeki son yazım)
Daha sonrasında İTÜ’deki resmî internet sitemde de yer almıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın