O zamanki ismiyle ÖSS gibi bir devi atlatalı 2 sene oluyor. Arada bir durup da o günlerimi düşünüyorum. Ben eğlenmesini biliyordum, hatta biz eğlenmesini biliyorduk. Fakat birileri – hatta çoğunluk, bana sınavın dişli olacağını gösteren çoğunluk – sürekli panik ve pratik halindeydi. Daha o zaman…
ÖYS’nin olduğu gün dershaneye gittim. Kimya öğretmeni olan yengemle biraz sohbet ettim ve ürkütücü bir iki cümle duydum kendisinden. Derslerin birçoğunun yoğunluğu meğersem iki katına çıkmış…
Maksadım bu sınavın gençlerin hayatını nasıl da körelttiğini anlatmak değil. Sadece biraz tanıtmak istedim. Şimdi de bu yıl için önümüzdeki sürece bakalım:
Ağustos’un 11’inde tercihlerin son günü. Sınavdan belli bir düzeyde başarı elde eden “yarışmacılar” gelecekte icra edecekleri meslekleri için daha iyi eğitim alabileceğine inandığı üniversiteleri, bölümleri – ya da önceki senelerde yerleştirme taban puanı yüksek olan üniversiteleri, bölümleri – yazmakla meşguller. Bir kısmı kararını çoktan vermiş durumda olsa da, hala zamanı kısıtlı olanlar var. Üniversiteyi, bölümü, üniversitenin/bölümün imkanlarını, sosyal olanaklarını, getirisini… Şehrin koşullarını, kalacak yeri, ne kadar masraf yapacağını… Aklınıza gelebilecek her türlü şeyi araştırana, emin olun, bu dönemde rastlayabilirsiniz.
Şimdi onlarda öyle bir heyecan (ya da stres) vardır ki, sormayın.
İsterseniz birkaç tanesiyle görüştürebilirim. Arkadaşlarım da var onların içinde.
Bu yazıyı yazmama neden olanlar da yine arkadaşlarım. Özellikle iki tanesi…
Birisi güzel bir yerde okuyor. Diğeri güzel bir yer yazmak istiyor…
Birisi pişman, diğeri pişman olmak istemiyor.
Birisi tam karar vermeden ailesine söylemek istemiyor, diğeri kararını vermiş de babasına söyleyemiyor.
Birisi kafasını kendisi karıştırmış. Diğerinin kafasını karıştıransa ailesinin baskısı.
Kim, 18 sene üzerine titrediği çocuğunun daha iyi yerlere gelmesini istemez ki? Sadece üzerine titrediği çocuğunun değil, herhangi bir sevdiğinin? Elbet tabi, anne-babanın da hakkıdır çocuğun ileriye dönük kararlarında ona yol göstermek.
Lakin görüyorum ki, bazı ebeveynler bu işi biraz abartıyorlar.
İlk olarak bu iki arkadaşımın da aklına girdim. Birisine tıpı bıraktırmak için, diğerine ise yazdırmamak için.
O, insanların hayatını tehlikeye atmaktan çekiniyor. O, vaktinin çoğunu ne şekilde olursa olsun hastanelerde geçirmek istemiyor. O, 5 sene daha eğitim aldıktan sonra unvan kazanabilmek için en az bir o kadar daha okumak istemiyor. Ve işin en ilginç yani, o bunları hiç istememişti. Ama yazdı, hatta üstüne daha yüksek puanlı tıp fakültelerini yazdı.
O, tıpı hiç düşünmemişti. Oysa babası tüm tıp fakültelerini tek tek araştırdı. Bununla da yetinmedi “tıp” fikrini kızının aklına sokmak için elinden geleni yaptı. Tercih zamanı geldi, kızından önce açtı tercih rehberini. Yazdı, çizdi hesapladı. Bir liste çıkardı. Kızıysa dışardan izliyordu olayları. Önce tıp yazmaya razı olmuştu, şimdi de hiç istemediği yerlerdeki tıp bölümlerini yazmaya zorlanıyordu.
Birisine uzun uzun anlattım, tekrar sınava girebileceğini. “3 sene kaybım olur.” derken mantıkçı bir yaklaşımla sene kazancının bile olabileceğini gösterdim. Bir daha karşılaşırsam da İstanbul’u anlatacağım, güzelliklerini anlatacağım İstanbul’un, İstanbul’da aşkı, İstanbul’a aşkı anlatacağım. Zaten kendisi karar verirse ailesine anlatması sorun da olmazmış.
Diğerinin de aklına fena girdim. Önce rehberlik öğretmenleriyle görüşmeye karar verdi, daha sonra da babasıyla. Kesin karar aldı istemediği bölümü yazmayacağına dair. Gerekirse babasının karşısına beni de sürebilirdi.
İki arkadaşımın da derdini dinleyip onlara bir yol gösterdikten sonra aklıma şu soru geldi:
“Tüm mesleklerin maddi getirisi aynı olsaydı ve tüm meslekler için gereken bilgiyi edinmek aynı zorlukta olsaydı… Hangi mesleği seçerdin?”
(Bu soruyu aşağıdaki form kutucuklarını kullanarak cevaplandırırsanız çok sevinirim.)
Kişisel iletim olarak yazdığım bu soruyu cevaplandıranlar oldu.
Ay farkıyla büyük olmama rağmen abla diye hitap ettiğim birisi balerin olmak istiyormuş, ama ailesi 10 sene önce baleyi, tabiri caizse, yasaklamış. “İnşallah kızını izlersin sen de” dedim, yüzünde gülücükler açtı.
Bir komşum okumakta olduğu mesleğin adını verdi. Eskiden beri kararlıydı, lisede spor alanındaydı, futbol antrenörü olacak.
Arkeoloji okumak isteyen bir arkadaşım varmış meğer benim. Seneye benimle aynı liseden mezun olacak.
Bir de psikolog olmak isteyen. Ama fen alanını seçerek bu ihtimali köreltmiş.
Ben inatla anlatmaya devam ediyorum.
Kim bilir, belki bir gün bir baba ya da bir anne arar da demediğini bırakmaz bana. Canları sağ olsun. Bir ailede çatışmalara neden olabilirim diye de tedirgin olmuyor değilim değilim.
Lakin yılmak yok, yola devam. Hiç kimsenin istemediği bölümde okumasını istemiyorum.
Neden mi?
Ne güzel matematik aşığıydım – ki hala da öyleyim. Önümde iki seçenek vardı hatta. Birisi matematik öğretmenliği, diğeriyse alacağım formasyon öncesinde daha iyi bir matematik bilgisine sahip olmamı sağlayacak matematik bölümü.
“Öğretmen olursan sürekli benzer, aynı şeyleri aktaracaksın, oysa senin gibi zeki birisi mühendis olursa daha faydalı olabilir. İllaki birisine bir şey öğretmek istersen de ilerde hayrına öğrencilere ders verirsin.” dedi birisi
“Napacan ondan sonra? Üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğunu anlatırsın.” Bunu diyense bir geometri öğretmeniydi.
Bir elektronik mühendisinden gem vuruldu, başarılarından, icatlarından…
Son darbeyse “Öğretmenlik yazarsan bir daha benle görüşme.” şeklinde oldu. Bunu diyen kişi, şimdi matematik öğretmeni olmak isteyen oğluna bir laf etse içim yanmaz.
Oysa ben biraz fazla sosyal bir insanım, sürekli yeni insanlar tanımak isteyecek kadar sosyal bir insan. Farklılıkları sürekli görmek ve yaşamak isterim. Konuşmak isterim, anlatmak isterim, göstermek isterim. Ben mantığı savunan birisiyim. Mantıkla ne kadar çok yere gelindiğini aşamam aşama yaşamak, yaşatmak isterim. Dün, 30. defa Pisagor teoremini ispatlarken hala ilk günkü zevki aldıysam ve 30 sene sonra dahi sırf birisi yeni öğreniyor diye aynı zevki alacağıma inanıyorsam, burada ne işim var. Neden matematik okumuyorum???
İstediğim yeri yazmadım ya, ne diyeyim kendime.
Anlayacağınız yandı benim dilim bir kere, başkalarının dili yansın istemiyorum.
Varsın “ideal”i empoze ettiklerimin hayatına bir ateş topu düşüversin.
Varsın kısmetse iki ay sonra sevenlerime giden haber onlara şaka gibi gelsin, sürpriz olsun. Varsın onları çılgına çevirsin.
Ben kararımı verdim!
Darısı diğer dili yananların ve dilini yakmak istemeyenlerin başına!
Bu yazı daha önce 21.07.2001 tarihinde Milliyet Blog’da paragrafları belli bir kalıba sokularak resimle birlikte yayınlanmıştır, şu ana kadar 483 defa görüntülenmiştir.
(Farklı olarak sadece cevap formu oluşturup metin içine not düşülmüştür. Değişen yazım kuralları kapsamında güncellenmemiştir.)
İlk Yorumu Siz Yapın